Sunday, November 23, 2008

Brüksel'de POLS tayfası..


bu fotoğrafı çekerken sizi düşündüm, neresi olduğunu duyar duymaz kalbim hızla çarpmaya başladı ve tek tek isimleriniz ve görüntüleriniz geçti aklımdan. yanımda olmanızı ve size dönüp "Duydunuz mu, Marx 'Das Kapital'i burada yazmış yahu!?!" diye haykırmak istedim... Evet Brüksel sokaklarında sizi andım, sizi hatırladım ve özledim.. Bu fotoyu sadece sizle paylaşmak istedim çünkü sizin için çektim..
en soldaki bina, Das Kapital'in yazıldığı binadır sayın pols tayfası, ilginize ve merakınıza..

Saturday, November 22, 2008

Gmail kadar muhteşem bir şey yok bu alemde

Yahu beni benden aldı bu gmail ya. Efendim malumunuz geçtiğimiz günlerde temalar diye bir şey eklediler, seçiyorsunuz gmailiniz renkleniyor pek şirin oluyor vs. Ben "Bus Stop" temasını seçtim, seçerken de bana nerede yaşadığımı sordu ben de "manyak mıdır fesuphanallah" filan diye çemkirmek suretiylen yazdım İstanbul diye.

Az evvel bir girdim tüm gmailime yağmur yağıyor. Meğerse olayı buymuş! Dün mesela hava güneşliydi İstanbul'da diye benim gmail de güneşliydi, durakta insanlar duruyordu sakin sakin falan. Bugün hepsi şemsiye mont filan ile donatılmış şakır şakır da yağmur var fonda. Kar yağınca da değişiyormuş heyecanla kışı bekliyorum.

Ya bayıldım ben bu yaratıcılığa ya. Of Google ne yapsan oluyor allah kahretsin ya.

Tuesday, November 18, 2008

hoow

iyi miyiz gençler, keyfimiz yerinde di mi? var mı bi yaramazlık?

Monday, November 10, 2008

bütün plakçılarda

Kötü Tüccarlar

Bugünkü 303 overloaddan sonra bayık gelebilir ama, yahu çok güzel şiir bu be. Okuyup okuyup bayılıyorum, dedim neden bu insanlarla paylaşmayayım?

KÖTÜ TÜCCARLAR
tanrım biz basit insanlardık.
mal alıp satmaktı bizim işimiz
(ve kimsenin almayı düşünmediği
mallardı ruhlarımız)
kumaşın kenarına bakıp paha biçmezdik
ölçtüğümüz kumaşta hile hurda olmazdı
hiç yarı fiyata satmaya kalkmazdık
kalan parçaları
buydu bizim günahımız

yalnız iyi mal alıp satmaktı bizim işimiz
hayatta bir küçük köşemiz olsun bu bize yeterdi
değeri çok olan eşya hayatta az yer tutar.
biz nasıl bir ölçü kullandıysak, şimdi sen de
bizi o ölçüyle yargıla
biz mülkümüze mülk katmadık.

tanrım, biz kötü tüccarlardık.

dimitrios antoniu
(türkçesi: cevat çapan)

Monday, November 3, 2008

music makes the people come together, yeah!

bu benim bu blog'a gonderecegim ilk yazi oldugu icin acayip heyecanliyim.. aslinda temamin ojemi de surdum kurusun die beklerken size yaziyorum gibi neseli, sen sakrak olmasi niyetindeydim, fakat bole duygu yuklu postlariniz beni benden aldi. o yuzden yazinin basligina bakip da pesin hukumlu olmayın derim ben :) yaziarinizi okurken aklima takilan bi cok sey var onlara cevap vermek istiyorum ama unuttugum bi cok sey olucak sanirim yazinin sonunda.

ozgenin gonderdigi kisa film, yıllar önce çekilmişti diyebilirim. video izleyerekten buyuyen ve muzik kulturu edinen bi insan oldugumdan, vh1 saolsun, videolar onemlidir benim icin. aynen bu kisa film tadinda bi klip gonderiyorum size, videolarim icinde favorimdir, bayilirim, izledikce mutlu olurum.
Daniel Powter - Bad Day http://www.youtube.com/watch?v=oIcFgl6zf3A

burdan da gene muzikle baglantili olarak batunun yazdiklarina ek, savage garden'ın animal song'u geldi aklima. usta ozan darren hayes'in yazdigi bir şarkıdır kendileri. bazilarinin ergenlikte dinlenilip bırakılması gerektiğine inandığı savage garden'a ben hala bayılıyorum! sozlerinin gerekli kismini da burdan yayınlıyorum:

Cause I want to live like animals
Careless and free like animals
I want to live I want to run through the jungle
the wind in my hair and the sand at my feet
I've been having difficulties keeping to myself
Feelings and emotions better left up on the shelf
Animals and children tell the truth, they never lie
Which one is more human
There's a thought, now you decide
Compassion in the jungle
Compassion in your hands
Would you like to make a run for it
Would you like to take my hand?

e madem gene müzik gene şarkı demişken, eylülden sonra ben de itirafta bulunayım bari. hiç de saplantı diye nitelemene gerek yok eylülcüm.. benim için o kadar çok şarkı var ki dinleyip de hıçkıra hıçkıra ağladığım.. böylesine ağlamayan kimse yoktur belki de. hele senin için böyle anlamlı bir şarkının seni acayip ruh hallerine sokması gayet doğal. bnm için aynı nitelikteki şarkı, sezen aksu'dan sen ağlama'dır. onu da annem bana ninni olarak söylermiş, bir keresinde kilyos servisinde radyoda bu şarkı çalınca ağlamışlığım da vardır. feridun düzağaç konserlerinde ağladığım zaman suratıma acayip acayip bakan ergenlerden bahsetmiyorum bile :D
ama benim itirafım başka bir şeye geliyor. bilmiyorum çok mu abartıyorum, ya da bana mı öyle geliyor ama bazı anlarda bana bu hayata dayanma gücü veren tek şey müzikmiş gibi geliyor. yani müzik olmasaydı, kendimden ve hayattan vazgeçtiğim anlar çok olurdu. herhalde yeryüzünde sıkıntımı giderebilcek nadide şeydir müzik..

e bi de joan baez sözkonusu! yahu hakikaten ne şarkıdır diamonds and rust..

son sözüm de semaya: cnm, benim de çok kolay affetme huyum vardır, inan bunun neticeleri çok daha can yakıcı olabiliyor. boşver dert etme o yüzden affetmekle ilgili meseleleri, ne de olsa ruhun bir savunma mekanizması affetmemek..

Joan Baez

Ya şimdi hem sema'nın hem batu'nun yazdıkları beni düşündürdü ve üzdü niyeyse. Niye bilmiyorum gerçekten. Sadece of ne bileyim. Garip hissettim kendimi. İkiniz de haklısınız yazdıklarınızda.

Batu, özellikle seninkiyle ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. Okudum ben bu kedili şeyi. Çok beğendim, eline sağlık. Ama asıl mesele de şu sona koyduğun şarkı. O şarkı annemin bana hamileliği boyunca karnındayken her gün ama mutlaka her gün dinlettiği şarkı. 4-5 yaşıma kadar ağladığımda üzgün olduğumda beni sakinleştiren tek şarkı. Son yıllarda da beni istisnasız her seferinde ağlatabilen tek şarkı. Böyle bir meselem var bu şarkıyla. Bireden burada karşıma çıkınca çok garip oldum, söylemek istedim. Niye böyle herkese içimi açtım şimdi bilmiyorum ama bir şarkının insanın hayatında bu kadar etkili olması halini bir türlü açıklayamıyorum kendimi, kızıyorum da kendime zaaf gibi, saçma sapan bir saplantı bu şarkı. Ondan söyledim herhalde size ne bileyim.

Yüzüme vurmayın.

Düzeltme: şarkıyı buradan yükleyebilirsiniz isteyenler. (emir, sema galiba?) sözlerini batu yazmış zaten. http://www.sendspace.com/file/mo6p54

Beğenmeyebilirsiniz ama, dediğim gibi takıntı benimkisi.

kedi

insanların bütün o boktan özelliklerine, ırksal bazda kendini beğenmişliği başta olmak üzere o bütün rational bildiği, logical saydığı karakterine, "ama biz düşünebiliyoruz hayatım, hayvanlar hiç öyle mi, ahahaha, ilahi sen de.." şeklindeki zırvalıklarına challenge edebilecek olan tek canlı varlık bitki değil de hayvanlardır takdir edersiniz ki. animal rights diyerek başınızı şişirmek istemem, hayvan etini seviyorum, proteine ihtiyacım var. hasta olduğumuzda ilaca ihtiyaç duyuyoruz, hayvanların fedakarlıkları olmasa baş ağrımızı geçirecek asprini bile bulamazdık sanırım. işin komedisi bir yana, elbette bir takım sınırların çizilmesi lazım. ama fosforlu kalemle değil.

fosforlu kalem meselesi de şurdan geliyor: http://www.facebook.com/group.php?gid=46972473920

bendenizin geçmişinde kedilerle olan samimiyet dozunda epey leke vardır. kedileri dürtme, alkollüyken havalara fırlatma, bir tanesini hele aşağıya itme gibi suçlarım oldu. bunlardan pişmanım. ama yukarıdaki işkence kadarı, benim o zamanki velet zekama bile çüş dedirtiyor.

neyse efendim, benim zamanında (1 sene önce) çalışamıyoruz blog'unda yazdığım "kedi güzellemesi" isimli deneme geldi aklıma. burdan böyle bir paylaşmak istedim, okuyun isterim. şimdi olsa daha iyi yazarım diyorum, bu da arşivciliğin güzel etkisi.

Boğaziçi Üniversitesi'nin boğaza bakan manzarasından sesleniyorum sizlere. Buradaki öğrenciler arasından bizleri cömertçe besleyen de var, yemeği sırasında sürekli kendilerini rahatsız eden türdaşlarımızı tekmeleyen ve uzaklara fırlatan da.

Sizlere yazdığım bu ilk ve son yazımda şunu demek isterim: Bizleri beslemeyin. Bizleri tekmeleyin hatta. Bizlere kötü davranın. Kötü davranın ki, insanlardan iyi huylar görmeye alışmış seçkin kesimimiz bile uğradığımız zulmü görsün ve düşünmeye, kafa patlatmaya yarayacak bir ampül belirsin kafalarının üzerinde.

Evet, bizler düşünüyoruz, inanıyoruz ve yaşadığımız yaşam öyle sizlerin zannettiği kadar basit değil.


http://calisamiyoruz.blogspot.com/2007/09/ben-kedi-bil.html

Sunday, November 2, 2008

Nefret doluyum

Sevgi temalı bu blogun ilk nefret konulu şeysini yazıyorum çok özür dilerim amma velakin içimde birikmiş olan bu duygulardan arınmazsam pazartesi faturası yine size çıkacak aslında iyi niyetimden yani huysuzluk etmemek için şeyediyorum.

Üst katımızdan tiksiniyorum nefret ediyorum iğrençler iğrenç iğrenç. Durmadan darbuka çalıyorlar her gece uyanıyoruz istisnasız her gece eşyaların yerlerini değiştiriyorlar sürüklemek suretiyle çığlık atarak koridorda koşturuyorlar birbirlerine hayvan diye hitap ediyorlar bağıraraktan biz de her gece dinliyoruz bunları sanırım 8 kere güvenliği arattık 1 kere de kendim çıktım ateş saçan gözlerimle bağırdım bir miktar özür dilediler lakin heyhat! (of çok artizim) Her gece aynı halt en sonunda dün gece güvenlikçi abiler bizzat kendileri çıktılar o işe yaramış gibiydi işte sakin bir gece geçirdim filan uyuyordum güzel güzel ki;

Sabah 8de beynime dolan matkap sesiyle uyandım. GKM'de tadilat varmış rektörlüğün özel izniyle bugün. Allah aşkına ya sabah 8de tadilat yapılır mı bu nasıl bir anlayıştıııır (AB'ye almazlar bizi böyle tatlım, zaten türbanlılar da iğrenç ıyy - elit mode on). Nefret ettim iki günde şu yurttan ya. Ouf. Ouf.

Oha hakikaten rahatladım yalnız içimi dökünce vay anasını this blog rocks deyip lenin okumaya gidiyorum hepinizi kucaklarım.

Saturday, November 1, 2008

SIGNS

Canlarım,

Sıkıntı korkunç bişey. Bir kere yapıştı mı da geçmez, rahat vermez insana. Cumartesi gecesi, plansız, yorgun oturuyorum. Zihnim zehir gibi ama sıkılıyorum. Derken bu dünyada en sevdiğim insanlardan Cumali arkadaşımın birkaç yarım saat önce tavsiye ettiği fakat izlemeyi ertelediğim kısa film geliyor aklıma.

Sonrasını anlatmaktansa, sizlere yaşatmayı tercih ederim. Bu linke bir bakın gözünüzün ucuyla, sonra birkaç saat için unutun. Göreceksiniz, sıkılmaya başlayacaksınız. Bir anda, aklınıza geldiğinde, hiç üşenmeyin. Geri dönüp açın bilgisayarınızı.


http://schhh.eu/shortfilms

Sonra giriş yapın, lobby'de afişler arasında Signs isimli bir film göreceksiniz. Onun üzerine de tıklayıp 11 dakikalık bir film için yüklenmesini beklerken gidip kendinize kahve filan koyarsınız belki.

Süreci anlatmadım, ama sonunu da anlatmama gerek yok sanırım. Yaşanmaya değer olduğunu düşünmeseydim şu an hissettiklerim, herhalde paylaşmazdım:)

Where do you find love?

If we knew, we would all know where to look.

Sometimes all you need is a sign.